AnasayfaOKUR KÖŞESİÇapulcu danışmanlar, Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın pozisyonu, ahmak Bülent’in durumu

Çapulcu danışmanlar, Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın pozisyonu, ahmak Bülent’in durumu

Türkiye’nin son 50 yıllık tarihinde gizli veya açık çok sayıda darbe, muhtıra ve kalkışma hareketleri yaşandı. Ancak bunlardan hiç birisi Adnan Menderes’in idamına yol açan 1960 darbesi kadar derin yaralar bırakmadı. O yıllarda özellikle Ege bölgesindeki şehirleri ziyaret eden darbeci kumandanlar, Adnan Menderes gözaltına alınmasına rağmen, halkın kendilerini alkışladığını görünce “bu iş tamam” dediler ve yollarına devam ettiler. Ve bu tavır Menderes’in idamına giden sürecin başlangıcı oldu. Türk halkı o yıllarda bu kadar yüksek bir eğitim düzeyine sahip değildi. Ülke 2. Cihan Harbi’nden yeni çıkmıştı. İnsanlar aç ve fakirdi. Radyo ve gazete oldukça sınırlı bir sahada faaliyet gösteriyordu, telefon ve internet ise zaten yoktu. Halk, Adnan Menderes ve arkadaşlarının asılmasını hiç ama hiç içine sindiremedi. Dışarıda darbecileri alkışlarken, evinin kapısını kapattığında Menderes’e dua edip acısını içine attı. Türk halkı sonraki yıllarda o çok sevdiği başbakanına sahip çıkamamanın acı ve üzüntüsünü hep yaşadı ve bu acı nesilden nesile aktarıldı. 1960 Darbecileri ise toplum nezdinde oldukça itibarsız bir şekilde geberip gittiler.

15 Temmuz 2016 tarihinde saatler 22.05’i gösterip darbecilerin tankları İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nü kapattığında ise Türk siyaset tarihi yeni bir darbe türüyle tanıştı. Türk ordusunun envanterine kayıtlı tank, uçak ve helikopterlerle Türk halkının üzerine acımasızca ateş açan FETÖ yapılanmasının eli silahlı teröristlerince düzenlenen bu “kalkışma hareketi”, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı yeni bir sürecin fitilini ateşledi. Devletin istisnasız hemen her kurumuna yerleşip hakimiyet kuran bu sefiller güruhunun eninde sonunda bu tarz bir ayaklanmaya girişeceği aslında yıllar öncesinden ilk işaretlerini vermeye başlamıştı. Ancak Türkiye’de bir takım çevrelerin gözünü kör eden Erdoğan düşmanlığı, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun, ya da Erdoğan gitsin de onun yerine kim gelirse gelsin” şeklinde hastalıklı bir düşünce yapısının oluşmasına neden oldu. Bunlar aylar önce bu tarz bir kalkışmanın adım adım yaklaştığına yönelik birkaç tane makale yazmış ve Fethullah Gülen denilen şerefsizin tıpkı “Ayetullah Humeyni” gibi Ankara Esenboğa Havalimanına uçakla inip kendisini mehdiden öte “peygamber” statüsünde tüm dünyaya lanse edeceğini söylemiştim. Bu yazıyı yazınca inanılmaz saldırılara maruz kaldım. Hatta YÖK içerisindeki cemaat yapılanmasının engellemelerinden ve YÖK’e sunmuş olduğum bazı belgelerin sümen altı edilmesinden dolayı Ankara’da kurmuş olduğum ANKA TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ’ne kontenjan dahi alamadım.

MİT tırlarının durdurulması, Gezi Olayları, 17/25 Aralık Darbe Girişimi ve hatta 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen sonrasında HDP eş başkanlarınca yapılan öz yönetim çağrılarının dahi FETÖ/PDY tarafından planlandığını, bu yapı çökertilmediği takdirde Türkiye’nin adım adım bir işgal ve bölünme riskiyle karşı karşıya olduğunu yazmıştım. Bu yazılarımın tamamını tarafsızhaber.com sitesinden okuyabilirsiniz. 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında yazmış olduğum bazı makalelerimde de en alt kademeden en üst kademeye kadar tüm AK Parti mensuplarının ciddi bir “güç zehirlenmesi” sorunu yaşadıklarını, parti mensuplarının AK Parti’ye oy veren %40-45’lik kesimi asla kabullenemediklerini, Milli Görüş geleneğinden gelen %6,5-7’lik kesimin kendilerine oy veren diğer seçmen kitlelerini hiçe saydıklarını anlatmış, İzmir 2. Bölge’den 7. Sıra milletvekili adayı olarak gösterilen SAVCI SAYAN gibi değerli insanlara neden daha üst sıraların layık görülmediğini eleştirmiştim. AK Parti’de hatalar aynı şekilde devam ediyor. Belediyelerde, Bakanlıklarla, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı ofislerinde sözüm ona binlerce insan müsteşar, müşavir, danışman, baş danışman sıfatıyla görev yapıyor. O zaman da söylüyordum şimdi de söylüyorum; bu danışmanlar güruhunun tamamı çapulcunun önde gidenidir, bu makamları hak etmeyen insanlardır, önemli bir kısmı paralelcidir, vatan hainidir, iş takipçisidir.

15 Temmuz kalkışmasının sorumlularını belirlerken sapla samanın birbirine karıştığı yeni bir süreç başlamıştır. Bu darbe niçin yaşandı? Bu darbenin asıl failleri kimlerdir? Bu soruları doğru cevaplayamadığımız takdirde bu tarz darbelerin benzerlerini yakın gelecekte tekrardan yaşayabiliriz.

Gelelim faillere;

1. Bu darbenin bir numaralı faili hiç şüphesiz CIA’nin kuklası durumundaki FETHULLAH GÜLEN denilen kanı bozuk şerefsiz, destekçisi ve uygulayıcıları da bu meczubun peşinden giden müritleridir. Hasan Sabbah’ın bir işaretiyle Alamut kalesinin surlarından kendilerini uçuruma bırakan kişilerle FETÖ’nün mensupları arasında zerre kadar fark bulunmamaktadır. İngilizlerin 18. yüzyıl sonlarında Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandırmak için icat ettikleri Vehhabilik ne ise Fethullah Gülen denilen DİNSİZ kâfirin cemaat yapılanması da aynıdır. “Hocaefendi bizlere şahdamarımızdan daha yakındır” cümlesinin Allah’ı inkâr etmek anlamına geldiğinden habersiz olan bu cahiller tayfası hakkında 100 cilt kitap yazılsa bunları yine de tam olarak izah edemeyiz.

2. Bu darbenin iki numaralı faili Amerika Birleşik Devletleri’nin bizatihi kendisidir. İncirlik üssünden kalkıp Ankara ve İstanbul üzerinde bombalama yapan F16 uçaklarına lojistik destek veren iki adet tanker uçağı ile Malatya Erhaç Havalimanında ele geçirilen ABD menşeli 8 uçak dolusu mühimmat ayan beyan ortada dururken, ABD Başkanı OBAMA ile Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Joen Kerry’nin “darbeden haberimiz yok, biz destek vermedik” açıklamalarına artık kargalar bile gülemiyor. Libya, Tunus, Mısır ve Suriye’de yaptıklarını Türkiye’de yapacaklarını zanneden bu ikiyüzlü müttefikin! artık hangi sözüne inanacağız ki? Rusya devlet başkanı PUTİN’in “darbe konusunda Türkiye’yi neden uyarmadınız” diyerek NATO’ya yaptığı suçlama bu durumun açık delili değil midir.

3. Gelelim bu darbenin üçüncü ve en önemli failine. Türkiye’nin tüm illerinde kısmen veya tamamen darbeye iştirak eden yaklaşık 300 bin kişilik bir ordu hareketliliğinden bi-haber olan MİT Müsteşarı HAKAN FİDAN ve Genelkurmay Başkanı HULUSİ AKAR’ın pervasızlığına ne diyeceğiz. Ben gerek MİT tırlarının durdurulması gerekse MİT müsteşarının ifadeye çağrılması sürecinde HAKAN FİDAN lehinde yazılar yazmış onun desteklenmesi gerektiğini söylemiştim. Ancak bu defa onu savunmak mümkün bile değil. Türkiye gibi Ortadoğu’nun en kaygan noktasında MİT Müsteşarlığı yapan bir zatın, Iğdır’da ormandan odun kesen bir köylünün eşeğinin heybesinde ne taşıdığından tutun da, gökyüzünde uçan kuşların kanatlarına virüs bulaştırılarak Türkiye’de salgın hastalık yaratılabileceğine ilişkin riskleri dahi hesap etmesi gerekmektedir. Fethullah Gülen denilen köpeğin abileri AKINCI HAVA ÜSSÜ stratejik bir yere “arsa ve arazi bakma!” bahanesiyle girip çıkabiliyor ve cemaatin ablaları ve bacıları darbe şerefine “maklube” yemeği yapıp birbirlerine ikram edebiliyorsa var bu Türk İstihbaratı’nın haline!

Peki MİT Müsteşarı’nın dört yılda planlaması yapılabilecek bir darbe girişiminden olaydan sadece 4-5 saat önce haberdar olup, edindiği bu istihbaratı Sayın Cumhurbaşkanı ile paylaşmamasına ne diyeceğiz? Allaha çok şükür bu yüce milletin MİT’den daha güzel çalışan bir ENİŞTESİ var da Sayın Cumhurbaşkanı bugün hayatta ve halen nefes alabiliyor. ENİŞTE olmasaydı ve Sayın Erdoğan tatil yaptığı otelden ayrılmamış olsaydı bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Böyle bir durumda olacakları size sıralayayım; Otel baskınında Erdoğan ve ailesi öldürülecek, kurşun delikleriyle paramparça olan vücudu hiçbir sansür uygulanmaksızın gazetelere ve medya kuruluşlarına servis edilecek, uçak ve helikopterinden 10-15 ton altın, iki üç milyar dolar nakit para ele geçirildiği yalanı uydurulacak, 1960 Darbesinde Eskişehir Örfi İdare kumandanının yaptığı gibi tüm Türkiye’de AK Partili avı başlatılacak, televizyon, radyo ve internet siteleri kapatılacak, yandaş medya olarak isimlendirilen radyo, TV ve gazeteler susturulup el konulacak, FETÖ yapılanmasına mensup olmayan asker ve polisler, istihbarat elemanları, devlet memurları, hakim ve savcılar, bakanlar, milletvekilleri gözaltına alınacak, hızlıca yargılanacak ve idam edilecek, 17/25 Aralık Darbe Girişiminde ellerinden kaçırdıkları Havaalanı, Köprü, Yol ve Baraj müteahhitlerinin tamamı tutuklanıp bunların tüm mal varlıklarına el konulacaktı. Humeyni’nin İran İslam Devrimi sırasında yaptıklarının birebir aynısı 21. Yüzyılın Türkiye’sinde yaşanacak, en iyi ihtimalle 3-5 milyon insan yok edilecekti.

Burada yazdıklarım yaşanacakların binde biri bile değil. Sayın Cumhurbaşkanı’nın eniştesi olmasaydı işte başımıza bunlar gelecekti. Hakan FİDAN’ın istihbarat zaafiyeti Türkiye’nin gelecek 100 yılını tümden yok edecek, sadece Türk insanının değil Ortadoğu’nun masum ve biçare Müslüman halkları da birer ikişer yok olup gidecekti.

Hakan FİDAN’ın suçu çok büyük. Görevini yapamadığı gibi kendi kurumundaki FETÖ üyelerini dahi tespit edemedi. MİT’de görevden el çektirilen 100 kişilik FETÖ/PDY üyesi bunun en açık kanıtı. Peki Hakan FİDAN’ın ne yapması gerekiyor? Bence Sayın FİDAN’ın en kısa zamanda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin kapısı önünde “ben bu devletin namusunu koruyamadım” deyip kendi kendini öldürmesi gerekiyor. Ancak maalesef Japonlarda olan gurur ve haysiyet bizim yöneticilerimiz de bulunmadığı için herkes ortalıkta pişkin pişkin dolaşabiliyor.

Peki HULUSİ AKAR’ın durumu Hakan FİDAN’ın durumundan çok mu farklı? Bence aynı ayıp, aynı basiretsizlik, aynı çapsızlık HULUSİ AKAR için de geçerli. Bakire bir kızın kaçırılıp iğfal edildikten sonra baba evine bırakılması ile Hulusi Akar beyin durumu arasında hiçbir fark yok. M.Ö. 209 yılında kurulan ve 2225 yıllık bir geçmişe sahip Türk Ordusu’nun komutanı da tıpkı Hakan Fidan gibi kendi kurumu içerisindeki FETÖ yapılanmasından bi-haber şekilde ortalıkta “Genelkurmay Başkanıyım” diyerek dolaşıyor. Kusura bakmayın ama kendi yaverini dahi seçemeyen, Ankara’nın göbeğinde Genelkurmay Başkanlığı’nda rehin alınıp bir gün sonra serbest bırakılan Paşanın, namusu kirletildikten sonra baba evine geri bırakılan kızdan hiçbir farkı kalmamıştır. Sizi ne Ruslar kaçırdı, ne de Amerikalılar. Sayın AKAR sizi, sizin yönettiğiniz askerler, subaylar, Fethullah denilen köpeğin abileri ve ablaları kaçırdı. Cumhurbaşkanın yanına yerleştirdiğiniz altı yaverden beşinin cemaatçi çıkması hususunda sanırım bize söyleyecek bir şeyiniz yoktur zira sizinkiler de öyle çıktı. Siz bu işi hiç ama hiç beceremediniz Sayın AKAR. Ankara’nın üzerinde darbecilerin uçak ve helikopterleri vızır vızır uçup Meclise, Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, Polis Özel Harekat Merkezine ve ülkesini canı pahasına savunan silahsız Türk halkına bomba ve kurşun yağdırırken, karadan havaya savunma sistemleriniz ne işe yarıyordu? Ankara ve İstanbul’da helikopter ve uçaklar ölüm yağdırırken ülkemin Uganda gibi bir Afrika ülkesi tarafından dahi işgal edilebileceğini düşündüm. Bize bunları yaşatmayacaktınız HULUSİ bey. Bir Japon’un olgunluğunu sizden de bekliyoruz.

4. Gelelim bu darbenin bir diğer failine. “AHMAK” BÜLENT ARINÇ bunların başında geliyor. Fethullah Gülen’i hemen her ortamda savunan Bülent Arınç’ın bu konudaki ısrarına ne demeli? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” değerlendirmesine ilişkin olarak Arınç CNN Türk televizyonunda aynen şunları söylemişti; “Sayın Cumhurbaşkanı ‘tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ demiş. Var sayalım ki bu yüzde yüz doğrudur. Cumhurbaşkanı söylediğine göre doğruluk payı çok yüksektir. Mutlak doğruyu Allah bilir. Onun için diyorum. Herkesin doğrusu kendisine. Ama bunu yüzde 99 kabul edelim. O zaman o piramittin şöyle olması lazım; eğer bir milyonsa bu kitle 900 bini ibadetle uğraşan tabandır. 99 bini ticaretle uğraşan ortasıdır. Olsa olsa bin tanesi de ihanet içerisinde olanlardır. Şimdi bin tane ihanet içerisinde olanlarla mücadele etmenin yöntemi yüzde 99’u rencide etmek, zarar vermek ve yok etmek değildir. Şimdi FETÖ dedikleri bir kavramı yerleştirmeye çalışıyor birileri. Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde böyle bir şey yok. MGK kararlarında da böyle bir şey yok. Bir savcı böyle bir iddianame yazmış olabilir. Bu iddianın karara dönüşmesi bir yargı kararından geçmesi lazım. Böylede olabilir aksi de olabilir. Çünkü ben Fethullah Gülen’in 98-99’larda Ankara’da DGM’lerde, ağır ceza mahkemelerinde yargılandığını ve beraat ettiğini, yine terör örgütünden yargılandığını ama sonra beraat ettiğini ve derecattan geçerek kesinleştiğini biliyorum. Şimdi 15 sene sonra ‘değişik suçlamalar veya değişik deliller var’ derlerse buna bakarım ve mahkeme kararını beklemem lazım. Benim söyleyeceğim tek şey şudur; biz hukuk dışında bir mücadele yapamayız. Hukuk ve adalet içerisinde kalmaya mecburuz. Hukuk ve adalet içerisinde bu mücadeleyi ben yapmasam CHP veya MHP yapar. Bir devletin bürokrasisinin paraleli olmaz ve olmamalı. Bugün bazı uygulamalar bazı masum insanları rencide eder hale geldi. Hiç alakası olmayan insanların evine, iş yerine, dershanesine baskın yaparak hem de seçim öncesinde yapılması bunların oylarından AK Parti’yi mahrum etmek isteyen başka bir düşünce ve örgüt var mıdır? diye gönlüme geliyor.”

15 Temmuz akşamı darbecilerin uçakları Ankara semalarında pike yapıp oraya buraya rastgele ölüm yağdırırken Ahmak Bülent kendini binanın bodrumuna atmış ve kim bilir belki orada da Fethullah Gülen denilen itin reklamını yapa durmuştur. Gördüğü her mikrofona balıklama atlayıp Hükümet ve Cumhurbaşkanı aleyhine konuşmayı kendisine görev edinen bu zatın terör örgütüne yardım ve yataklıktan yargılanıp cezaevine atılmasının zamanı gelmiştir. Bülent Arınç’ın 15 Temmuz kalkışmasından sonra “bana ahmak diyebilirsiniz, artık bunların silahlı terör örgütü olduğuna inandım” açıklaması yapmasının nedeni aslında buna gönülden inandığından değil, müebbet hapis cezasından kurtulmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Senin intihar etmene gerek yok Ahmak Bülent, senin yerin doğrudan doğruya cezaevinin üç metrekarelik hücresi.

5. Gelelim bu darbenin esas uygulayıcısı olan vatan haini askerlere. Bu milletin suyunu içip ekmeğini zıkkımlanan beyinden yoksun şerefsizler tayfası ise yaptıkları kalkışma faaliyeti ile bu ülkenin milyarlarca lirasının buharlaşmasına, 260 insanın ölmesine ve binlerce insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına sebebiyet vermişlerdir. Bu kişilere verilecek cezanın karşılığı yoktur. Üç metrekarelik hücrelerde günışığı görmeden çırılçıplak ömürlerini sonlandırmaları bunlara verilecek en güzel cezadır. Darbecilerin çoluk çocuklarına gelince onların da bu cezalardan şu veya bu şekilde nasiplenmeleri gerekiyor. Darbecilerin tüm mal varlıklarına el konulması, maaş ve emeklilik haklarının devlet ve millete verdikleri zarardan dolayı haczedilmesi, nüfus kayıtlarına “darbeci vatan haini” şerhinin düşülmesi yapılması gereken şeylerin başında gelmektedir.

6. Peki Fethullah itinin yandaş ve mensuplarını bakanlıklara, ordu ve emniyete, istihbarat kurumlarına, hastanelere, üniversitelere, belediyelere, tapu dairelerine, kadastro müdürlüklerine, mahkemelere, icra dairelerine, TMSF, EPDK, BDDK, SPK, ÖİB, TOKİ, YÖK, ÖSYM, HSYK, Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Danıştay, TELEKOM ve Merkez Bankası gibi stratejik kurumlara yerleştirip, bu da yetmezmiş gibi yönetici pozisyonuna getirenlere ne diyeceğiz. Devletin anayasal kurumları başta olmak üzere tüm birimlerinde köklü bir temizliğe ihtiyaç durulmaktadır. Devlet hafızasının resetlenmesi, bu ihanet şebekesi mensuplarının devlet memuru olarak atanmasına sebep olan kişilerin de hassaten araştırılması, ihmal ve kusuru bulunanların örgüt üyesi olarak yargılanması gerekmektedir.

Hayatlarını feda etmek suretiyle bugün bu yazıyı yazabilmemize ve nefes alabilmemize olanak tanıyan 246 demokrasi şehidimize Allah’tan rahmet dilerim…
Leman Serengil

TAKİP EDİN:
Biz de en önemli so
Bu Yazarı Değerlendir:
HİÇ YORUM YOK

YORUM YAP